Melek Ceylan: Yaşadığımız ülkede konuşmak istediğimiz çok şey var
‘On İkinci Ev’ dizisinin oyuncusu Melek Ceylan ile yeni sezonun ilk tiyatro röportajını gerçekleştirdik. Tiyatro Eleştirmenleri Derneği (TEB) Ödülleri 2020-2022 ‘Jüri Özel Ödülü’ne ve Üstün Akmen Tiyatro Ödülleri 2019-2022 ‘Seçici Kurul Özel Ödülü’ne layık görülen “On İkinci Ev”in yönetmenliğini Salih Usta üstleniyor.
‘OYUN İÇİNDEKİ HİKAYELERİ BİRÇOK KERE DOĞALAMA YAPTIK’
‘On İkinci Ev’ nasıl ortaya çıktı? Hazırlık süreciyle ilgili bize neler anlatmak istersiniz?
‘On İkinci Ev’, pandemi döneminin sonunda perde arkasında otobiyografik bir oyun yapma fikri ortaya çıktı. Pandemiden önce Moda Sahnesi’nde ‘Sahil’ adlı oyunda oynuyordum. Tiyatrolar kapatıldı, evlerimize kapandık ve aklımızda hep aynı soru vardı: İşimizi yapmaya devam edebilecek miyiz? Bu belirsizlik durumu benim için tetikleyici oldu. Evet, işimi yapmaya devam etmek istedim. Bu süreçte oyuncu arkadaşlarımın başlattığı ‘Susuyoruz’ eylemine katıldım. Farklı salonlara gidip sessiz kaldığımız bir eylemdi bu, beni çok düşündürdü. Sokakta iş yapmak, harekete geçmek ve sesimi duyurmaya çalışmak benim için kendi sesimi bulma yolculuğuydu.
Provalarımız on üç ay sürdü. Provalara Eylül 2020’de Moda Sahnesi’ndeki stüdyoda mekan araştırması yaparak başladım. Bir süre sonra saç kremimiz Selin Aldoğan’la yoga ve kuvvetlendirme egzersizlerine başladık; Daha sonra uzay-beden ilişkisi üzerine araştırmalar yaptık. Mekanın geçmişi gibi kaynakları da sürece dahil etmek istedik. Moda Sahnesi’nin sanat yönetmeni Kemal Aydoğan ile Moda Sahnesi’nin tarihçesini konuştuğumuz bir röportaj gerçekleştirdik. ‘Kılavuzlu Otobiyografi’ (ROB) formülü ile metin ve içerik danışmanımız Mürüvet Esra Yıldırım ile çalıştık. Esra’ya yazdıklarımı okudum, o da dinledi ve not aldı. Toplumsal sınıf, cinsel kimlik, yaşam ve ölüme dair düşünceler gibi temalar üzerine ürettiğim metinlerde tekrar eden alt temalar tespit etti ve bunları çeşitli kavramlarla açıkladı. Bu kavramlardan ve “anahtar cümle olabilir” ifadelerinden yola çıktık. Bu sayede perde arkasında doğaçlama yapmamıza olanak sağlayacak belli odaklar kazandık. Araştırmamızın sonuçlarını yönetmenimiz Salih Usta ile paylaştım. Mayıs ayında Salih de provalara katıldı ve bu aşamada kamera-gövde bağlantısını araştırmaya başladık. Aynı zamanda Salih de dramaturgumuz Hayat Hasret Gülseven ile ROB notlarım üzerinde çalışıyordu. Bu çalışma sonucunda metindeki anlatımlar bölümlere ayrıldı ve her parçayı perde arkasında doğaçlama yapmaya başladık. Oyundaki hikayeleri çeşitli anlatım yöntemleriyle denedik ve tekrar tekrar doğaçlama yaptık. Bu odaklar kimi zaman doğaçlamalar yoluyla müziğe, çizime ya da yazıya dönüştü. Doğaçlamalar sırasında ürettiğimiz malzemelerden yola çıkarak oyunun son versiyonundaki metni Yaşam ile birlikte ürettik.
Oyun form açısından da dikkat çekici. Seyirciyle aranızda camdan bir duvar var. Bu fikir nasıl ortaya çıktı?
Kovid-19 sürecinde yaşadığımız karantina süreci, karşılaştığımız engeller, iletişimsizlik, tiyatro yapamama, giderek zorlaşan sosyal koşullar ve baskı nedeniyle sokak hareketliliğinin artması beni oyunculuk yapmaya niyet etmeye yöneltti. Bir aktör olarak pencere. Cam temelde bir engeldir; Sesimizi duyuramamanın, kendimizi ifade edememenin vücut bulmuş halidir. Aynı zamanda şeffaf, gizlenmeyen bir boyuta sahiptir. Bardağı söylemek istediklerimi aktaracak bir araca dönüştürmenin hayalini kuruyordum. Camın arkasında olup hikayeyi anlatmak istediğimi biliyordum. Rehberli Otobiyografi’de bunu “Artık savaşmak istiyorum” cümlesiyle ifade etmiştim. Yaptığım işle, bunu yapma şeklimle, kurduğum ilişkilerle ve devam etme isteğimle ilgili. Aynı zamanda oyunun sokağa da taşınmasını istedik. Çünkü yaşadığımız ülkede sesimizi duyurmak istediğimiz pek çok şey var. Hem siyasi baskı altında ezilmekten hem de toplumsal cinsiyet rollerinin yükünden bahsediyorum. Sokakta olsaydık itirazımızın daha güçlü duyulacağını biliyorduk ve bunu işimizi yaparak anlatabilirdik. Oyunun sokaklarda sanatsal protesto şeklinde karşılık bulduğunu gördük. Cam, en başından beri tüm bu fikirleri kapsayabilecek çok güçlü bir imgeydi.
‘BENZER HAYATLARDAYIZ’
‘On İkinci Ev’ tek kişilik bir oyundur. Sahnede yalnız olmanın avantaj ve dezavantajlarından bahsedelim mi?
‘On İkinci Ev’ benim ilk tek kişilik oyunum. Dezavantajlarından ziyade avantajlarından bahsetmek istiyorum. Çünkü şu ana kadar herhangi bir dezavantajla karşılaşmadım diyebilirim. İki sezonu geride bıraktık ve turnelerimizi de hesaba katarak 16 farklı yerde oynadık. Provalarımızı ve prömiyerimizi Moda Sahnesi’ndeki stüdyo sahnesinin vitrininde gerçekleştirdik. Oyun aynıdır ancak mekan ve olasılıklar değiştikçe seyirciyle etkileşim şekli de değişir. Örneğin camın boyutu değiştikçe tasarımı ve düzeni buna göre yeniden boyutlandırıyor ve hareket sistemimizi uyarlıyoruz. Yere göre ses testi yapıyoruz. Bu bana bir oyuncu olarak zihinsel, fiziksel ve pratik olarak esneklik sağlıyor ve çok öğretici. Seyirciler oyunu hem kapalı alanda hem de açık havada sokakta izleme fırsatı buldu. Sokak oyunları çeşitli nedenlerden dolayı zorlayıcı olabilir ancak bu tam tersine performans çevikliğini artıran bir avantajdır. Sokaktaki seyirciyle aramdaki tek engel cam değil; Arabalar, kurye motorları, yaşadıkları binaların pencere ve balkonlarından bakanlar, yoldan geçenler, sokak sesleri gibi pek çok katılımcı var. Doğal olarak açık alanda izlemek her iki tarafın da daha fazla çaba ve dikkat göstermesini gerektiriyor.
‘On İkinci Ev’ bir yetişkinliğe geçiş hikayesi olduğu kadar bir kadın hikayesidir. Bize bir kadının büyüdüğü kuralları ve bugünkü haline gelmek için karşılaştığı zorlukları anlatıyorsunuz. Türkiye’deki kadınların, farklı koşullar altında doğup büyümüş olmalarına rağmen, benzer zorluklarla yüzleşmeye nasıl çabaladıkları hakkında neler söylemek istersiniz?
Sosyoekonomik durumumuz, etnik kökenimiz, büyüdüğümüz şehir, eğitim seviyemiz farklı olsa da aslında benzer hayatlar yaşıyoruz. Yaşadığımız zorluklar kültürden bağımsız değildir. Dilde ayrımcılık da bunun bir modülüdür. Yetkililerin yaydığı ayrımcı dil aileye de sirayet ederek aile bireyleri arasındaki bağları yok ediyor. Rengimiz, dilimiz, etnik kökenimiz, statümüz ne olursa olsun zorbalığa maruz kalıyoruz. ‘On İkinci Ev’ ekibi de bu bilinçle hareket eden bir gruptur. İstanbul’daki tüm turlarda ve bazı maçlarda yaptığımız maç sonrası röportajlarda da daima bu niyet çizgisini takip ediyoruz. Kameranın formalitesi ve dramaturjik dolayım sayesinde oyunun içinde adeta bir varoluş durumu gibi işleyen bu sorunlar yazılı ve sözlü konuşmalarda mutlaka ön plana çıkıyor; Bu sayede varlığımız ve sanat anlayışımız hakkında konuşma şansına sahip oluyoruz.
Son dönemde kadın oyunlarının arttığını söyleyebiliriz sanırım. Etkili bir muhalefet sistemi olarak tiyatronun hayatımızdaki yeri sizce nerede?
Tiyatro farklı açılardan bakmayı, dinlemeyi ve duymayı sağlayan güçlü bir disiplindir. Müzik, fotoğraf, edebiyat, dans, ideoloji, sosyoloji, tarih gibi disiplinlerle iç içedir. Metinsiz ya da metinle başlasak bile ne anlattığımızdan çok nasıl anlattığımız önemlidir. Nasıl kısmı nerede duracağımızı ve seyirciyle kuracağımız bağı belirler. Tiyatronun hem yaratım sürecinde hem de oyunun seyirciyle buluştuktan sonra yarattığı müzakere ortamını önemsiyorum. Az önce de belirttiğim gibi ‘On İkinci Ev’de oyun sonrası yaptığımız röportajları önemsiyor ve sürecin bir parçası olarak görüyoruz. İzleyiciyle düşünmek ve tartışmak (özellikle bizim gibi büyük ekiplerde), üretim sürecinde oluşan müzakere ortamını üretim sonrasında alımlama sürecine taşıyarak pekiştiriyor. Bu sayede tiyatronun muhalefet fırsatlarını elimizden geldiğince uyguluyoruz.
YENİ OYUN: ‘İKİ KORE’NİN BİRLİĞİ’
Günümüz tiyatrosu hakkında ne düşünüyorsunuz? Beğenilerinizi ve eleştirilerinizi bizimle paylaşabilir misiniz?
Günümüz tiyatrosundan bahsederken yapımlardan, yeni tiyatro biçimlerinden ya da oyunların beğeni ve eleştirisinden başka durumlardan da bahsetmek gerektiğini düşünüyorum. Pandemiden bu yana çok zor koşullar altında, özellikle de hiçbir devlet desteği olmadan yoluna devam etmeye çalışan tiyatroların çabalarından ne yazık ki bir kazanç elde edilemiyor. Pandemi sürecinde 64. maddeye vurgu yapıldı: Devlet, sanat faaliyetlerini ve sanatçıyı korur. Sanat eserlerinin ve sanatçıların korunması, değerlendirilmesi, desteklenmesi ve sanat sevgisinin yaygınlaştırılması için gerekli tedbirleri alır. Günümüzde tiyatrolar hâlâ ‘ticari bir şirket’ olarak görülüyor. Pek çok bağımsız grup, sahnesi olsun veya olmasın, ülkenin ekonomik koşulları nedeniyle hem ağır vergilerle hem de sürekli artan masraflarla uğraşmak zorunda kalıyor. Dolayısıyla bir eleştiri yapılacaksa tam olarak bu durumu eleştirmenin değerli olduğunu düşünüyorum. Çünkü günümüz tiyatrosu bu koşullarla kuşatılmıştır ve aksi düşünülemez.
Yeni çalışmalarınız hakkında bilgi verir misiniz?
Eylül prestij döneminde yine Moda Sahnesinde olacağım. Kemal Aydoğan’ın yönetmenliğinde Fransız yazar Joel Pommerat’ın yazdığı ‘İki Kore’nin Birleşmesi’ adlı oyun üzerinde çalışıyoruz. Metnin çevirmeni Mine Çerçi’dir. Sahne tasarımı Bengi Günay, aydınlatma tasarımı İrfan Varlı, piyano ve müzik düzenlemesi Damla Pehlevan. Kontak doğaçlama çalışmaları Dilan Ağır tarafından yürütülmektedir. Oyuncular Neriman Uğur, Levent Tülek, Sedat Kalkavan, Asiye Dinçsoy, Reyhan Özdilek, Damla Pehlevan ile sahnede olacağız.